Vefatının 12. yılında: Turgut Özakman’ın geleceğe vasiyeti

Turgut Özakman’ı 28 Eylül 2013’te 83 yaşındayken kaybettik. Onu tiyatroda ve televizyonda çok beğenerek izlediğim; Fehim Paşa Konağı, Resimli Osmanlı Tarihi, Duvarların Ötesi, Kurtuluş ve Cumhuriyet gibi oyun ve filmlerin senaryo yazarı olarak, tanıyordum. Özakman Nisan 2005’te, önce aydınlar arasında, sonra toplumda fırtına yaratan bir tarihi romanla çıktı karşımıza: Şu Çılgın Türkler

Turgut Özakman’la Ankara Oran’daki evinde, Aralık 2006’da görüşmüştüm. Ormana bakan evin manzarası insana huzur veriyor. Ağaçlardan oluşan bir denize bakıyormuşsunuz duygusuna kapılıyorsunuz. Özakman’ı gördüğünüzde onun sevecen ve hoşgörülü bir insan olduğunu hemen hissediyorsunuz. Bunun nedeni, yüz hatlarındaki yumuşaklık olmalı… Konuşmamız devam ettikçe bu ilk izlenimim güçleniyor. Rahatlıyorum, hatta bir ara onunla sohbet etmeye gelmişim gibi kendi düşüncelerimi anlatmaya girişiyorum.

Özakman, bir tarihçi bilgeliğiyle, güven veren, sakin ve yumuşak bir ses tonuyla konuşuyor. Kelimeleri özenle seçerek kullanıyor. İnsanları kırmamaya, üzmemeye özen gösterdiği belli ama doğrularını söylemekte, savunmakta da kararlı. Düşünceleri, yargıları net:

“Kimseye küs değilim. İnsanların yüzüne söylemediğimi, arkasından da söylemem. Alçakgönüllü bir insanım. İnsanlarla çekişmekten hoşlanmam ama fikrimi de çok ciddi bir şekilde savunurum. Bir yerde duruyorum, durduğum yer, övünülecek, güvenilecek bir nokta… Böyle düşünmeyen insanlarla polemiğe de tartışmaya da hazırım”

Özakman onu iki özelliğin, tanımlayabileceğini vurguluyor. Doğrucu olmak ve çalışkanlık… Bence bu iki özelliğe, sabırlı bir kararlılığı eklemek gerekir. Bilgi birikimi de bir eseri ortaya çıkarmak da mutlaka sabırla çalışmayı, hem de çok çalışmayı gerektiriyor.

ÇILGIN TÜRK İMKÂNSIZI BAŞARANDIR

‘Çılgın Türk’ deyimini soruyorum, neden romanına bu ismi verdi:

“Bu deyimi, Batılılar ve İstanbul yönetimi, önce küçümseme için kullanıyordu, daha sonra ise bir imkânsızı başaran insanları övmek için kullanılmaya başlandı. Bana, bu cümlecik Milli Mücadele’nin özeti gibi geliyor”

Turgut Özakman’ın akıcı üslubu ve güzel Türkçesiyle, tarihi gerçeğimiz heyecanla, gözlerimiz yaşararak ve daha da önemlisi gurur duyarak okuduğumuz bir romana dönüştü. Değerli eleştirmen Doğan Hızlan’ın dediği gibi, kitapla birlikte, “An be an, gün be gün bir kurtuluşun, yeniden varoluşun coşkusunu” yaşadık. ‘Çılgın Türk’ün övgü anlamı, Özakman’ın özverili çabasıyla, bir kez daha günışığına çıktı.

Kitabının yarattığı etkiden söz ederken Özakman, “Birçok ailenin dedesi Kurtuluş Savaşı’nda ya şehit ya gazi olmuş; adı-sanı yok; kimse onları hatırlamıyor, anmıyor. Bu kitap onlara gurur verdi, birlikte paylaşılan bir şey oldu, daha bir dik durmaya başladılar” diyor. Sadece onlar mı Türküm diyen herkes daha bir dik durmaya başladı.

Şu Çılgın Türkler kitabı kırk yıllık bir çalışmanın sonucu… Okunan yüzlerce kitap; defterler dolusu not Özakman’a bu kitabı yazması için gereken birikimi sağlıyor. Satın alamadığı ya da piyasada olmayan kitapları –fotokopi ve benzerinin olmadığı yıllarda – kütüphanelerde elle yazarak defterlere geçiriyor.

“Birkaç yazar ‘bu romandır sakın inanmayın’ diye yazmış… Evet! Roman ama yazarın uydurduğu bir öyküler yumağı değil ki. Belgesel roman diyelim isterseniz. Her paragrafı sağlıklı, ciddi kanıtlara, kaynaklara dayanıyor. Biri için bile yanlıştır diyebilen çıkmadı. Nesrin ve Faruk gibi birkaç karakter dışında tüm kahramanlar gerçek kişilerdir. Sanırım, o günlerde Nesrin ve Faruk’un benzeri yüzlerce kişi yaşamıştır. Onlara benzeyen bazı insanlarla ilgili bilgilerim vardı ama onların hikâyelerinin ya başını ya sonunu bilmiyordum. O yüzden tamamını kendim kurgulamayı daha dürüstçe buldum”

Bu kitap, niye bu kadar çok okundu ve sevildi? Turgut Özakman, görüşmemizde bu sorunun tam bir yanıtını kitabın yazarı olarak veremeyeceğini belirtti:

“Milli Mücadeleyle ilgili filmlerin çoğu tutmadı çünkü halkı ıska geçiyorlardı. Halksız Milli Mücadele olur mu? Halk ya anlatılmadı ya da iyi anlatılmadı. Şemalar, şablonlar kullanıldı. Milli Mücadeleyle ilgili çok güzel ve etkili romanlarımız var ama bunların içinde on baskı yapan var mı, ben bilmiyorum. Şu Çılgın Türkler’in 338. baskısı yapıldı. 2200×338= 743.600 adet yayınevinin bastığı kitap, bunun iki katı da korsanı varsa yaklaşık iki milyon kitap eder… Toplumsal bir olgu olarak tahlil edilmesi, incelenmesi, üzerinde durulması gerekli… İçinde birçok ipuçları taşıyan bir olgu bence…”

TÜRK MUCİZESİ

Atatürk döneminde gerçekten bir mucize yaşandı mı?

“Bin yıllık bir ihmali on beş yıllık bir Atatürk dönemiyle giderip, her şeyi pırıl pırıl yenilemiş olmak tabii mümkün değildi. Atatürk döneminin manevi ve maddi kalkınma hızı sürdürülebilseydi, bugün biz, dünyanın beş yıldızlı on devletinden biri olurduk. O tarihte kalkınma hızının yıllık ortalaması yüzde 10, şimdi yüzde 6’yı bulunca bayram ediyoruz. Tek kuruş borç yok. Osmanlı’dan kalan borçları ödemişiz. Var olan üç bin kilometre demiryolunu millileştirip, üç bin kilometre daha eklemişiz. Kredisiz, kendi yağımızla kavruluyoruz. Denizaltımızı denize indirmiş, uçak fabrikasını, harp sanayini kurmuşuz. Kırıkkale’deki barut fabrikasında babam çalıştığı için iyi biliyorum. Orada, beş-altı tane harp sanayi fabrikası vardı. O yıllarda neye ihtiyacımız varsa onlar planlı bir şekilde acil olanlar öne alınarak, tek kuruş israf edilmeden, büyük bir kalkınma yaratılmış. İşte bu nedenle, Batı’nın namuslu düşünürleri, o dönem için Türk mucizesi diyorlar. Gerçekten Türk mucizesi… Sanayileşme hızımız yüzde 19, dünya rekoru… Şimdi de 100’e yakın üniversitemiz var, çoğuna gittiğim için söylüyorum. İftihar edersiniz. Binalar güzel, yemyeşil, harika bir alanda yer alıyorlar, yönetimlerinde de beş-altı yıldır müthiş bir aydınlanma var.

TÜRKİYE’NİN GÜCÜ

Bizi yönetenler Türkiye’nin gücünü bilmiyorlar. Bu gücün farkında olan bazı dış güçler, çok istedikleri halde ileri gitmekten çekiniyor, çok dolaylı yollardan yaklaşıyorlar, psikolojik savaş taktiklerini kullanıyorlar. Onların halkı iyi tanıdıklarını sanmıyorum; halkı da tanısalar daha da korkarlar. Bıçak kemiğe saplandığı zaman o çılgın Türk oluyoruz. Bıçak kemiğe saplanana kadar da, refleksi olmayan, her şeye katlanabilir bir kalabalık görünümündeyiz. Deprem gibi önemli felaketlerde nasıl bir dayanışma içine girdiğimizi hatırlayın, işte bu dayanışma dünyanın hiçbir yerinde yok”

Turgut Özakman Türkiye’nin bugününü nasıl değerlendiriyor?

“Çok gücüme giden bir şey söyleyeyim: Milletlerarası bir üslup, bir incelik, diplomatik bir dil vardır. Avrupa Birliği’nin sözcüleri, buna başvurmadan, gerek hissetmeden büyük bir kabalıkla konuşabiliyorlar. Türkiye’yi yönetenlerin bunlara aynı üslupla cevap vermesi gerekir. Bizim hariciyemiz susuyor. Bizim menfaatimizi korumak için o görevde bulunuyorlar. Bir kısmını tanıyorum, yurtsever insanlar, fakat iktidarın tutumuna uyduklarını sanıyorum. Türk Dışişleri böyle olmamalı, niye sustuklarını, niye tepkisiz kaldıklarının nedenini kendi adıma çözemiyorum. Derin bir töhmet altındalar. Bunu bilmelerini istiyorum.

Dış politika, iktidara; iktidar da aynı milli politikaya bağlıdır. Bu son iktidarımız, Türk milli politikasının tamamen dışında, genel olarak bilgi yetersizliğinden kaynaklanan, bir özgürlük, birçok tercih yapabilme fırsatı içinde bulunduğunu sandı. Ya da kendisine öyle telkin ediliyor. Olmadık yaklaşımlar içerisinde, Avrupa Birliği’nin kapısının önünde bu kadar el ovuşturmamız, bel bükmemiz, boyun kırmamız utanç verici bir şey. Kimi kez doğrudan, kimi kez dolaylı, sizi istemiyoruz diyorlar. Bunu daha nasıl söylesinler?

MİLLİ MÜCADELE ESİN KAYNAĞIMIZ OLMALI

Türkiye’nin genelinde, İstanbul aydınlarının düşündüğünden farklı bir hayat var. Önemli gelişmeler oluyor. Sanırım bunu, Avrupa Birliği sözcüleri yarattılar. Avrupa, bize çirkin yüzünü gösterdi, bu da bizim anlattıklarımızdan daha etkili oldu. Onlara bu bakımdan müteşekkir olmalıyız, uyuyan bir milleti uyandırdılar. Milli refleksimiz hemen hemen ölmüştü. O, yeniden belirmeye başladı. İnsanlar okuyorlar, konuşuyorlar, dinliyorlar, yorum yapıyorlar… Anadolu’da biri, konferans vermeye gelecek dendiğinde, başı açık, kapalı kadınların gelip salonun yarısından fazlasını dolduracağı düşünülebilir miydi? Türkiye’nin her yerinden çağırıyorlar; her yere gidiyorum. Söylediğim şu: Milli Mücadele kutup yıldızı gibidir. İnsana yol gösterir. Bu tarihi okumadan Türkiye’yi yönetmek mümkün değildir. Ülke olarak bir sıkıntıdaysak, çıkış yolu arıyorsak bunların hepsinin karşılığı Milli Mücadele’de var. Aynen öyle yapmaya gerek yok. O, bir esin kaynağı…

Emperyalizmden çok çekmiş bir milletiz, keşke ilkokuldan beri çocuklarımıza, emperyalizm nedir, ne değildir öğretseydik. Otuz-kırk yıldan beri emperyalizmin oyunlarına gelmezdik, bugünleri de yaşamazdık. Emperyalizm maske, kılık, üslup, yöntem değiştiriyor ve geliyor. Biz uyuyoruz ama o, uyumuyor. Biz unutuyoruz, o unutmuyor. Uyanık durmak gerekiyor. Benim söylediğim: uyanın, kenetlenin, bir kere daha o mütareke döneminin acılarını yaşamayalım, bir kere daha vatanımızın geleceği için kaygı duymayalım. Toparlanalım, karşımızdakilere yanlış bir adım atma cesaretini artık vermeyelim”

ABD bizim stratejik dostumuz mu?

“Oysa ABD bizim neredeyse stratejik düşmanımız, Amerikan belgeleri ortada… Bizim devletimiz bu belgeleri okumuyor mu? Bizi mi kandırıyor, kendini mi? Bağımsızlıktan ödün vermeden, bir devleti ağırbaşlılıkla, sükûnetle, tarihin gereklerine, devletin temel niteliklerine uyarak yönetmek kabildir. Türkiye, bunu Atatürk döneminde yaptı. Bugün Atatürk döneminden daha bilgili, daha tecrübeliyiz. İyi yetişmiş daha geniş kadrolara sahibiz. Ama uzun zamandır böyle yönetilmiyoruz.

Yöneticilerimiz, Milli Mücadele’yi bilseler, yaşadığımız sorunların, dayatmaların hiç yeni olmadığını bilirler, kaynaklarını, kökenlerini tanırlar. Ne yolla karşılık verileceğine de devlet hazırlıklı olur; o üsluba karşılık o üslupla karşı durur, kendini korur. Bizi yönetenler, uzun yıllardır, cehaletin sefasını sürüyorlar. Hiçbir şey bilmeyen insanlar sınırsız özgür olur. Özgürlük sandıkları şeyin onları çok tehlikeli bir çizgiye ittiğini ayırt etmiyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu bilmiyorlar, Milli Mücadele’yi o dönemin koşullarının dikte ettiğini kavrayamıyorlar. O nitelikler, tarihin akışının kaçınılmaz gereği olarak Devlet’in özünü oluşturdu. Devletin bu niteliklerini içtenlikle, inanarak, şiddetle korumak zorundayız. Bu niteliklerle oynamaya kim kalktıysa dünya başına yıkıldı. Tarihin ırmağı tersine çevrilemez. Bu boşuna hevesler Türkiye’nin canını yakıyor, bize çok zaman kaybettiriyor, birliğimizi ve dirliğimizi bozuyor”

Değerli yapıtlarıyla, konferanslarıyla Atatürk’ün, Milli Mücadelemizin, Türk Devrimlerinin övünülecek niteliklerini döne döne ortaya koyan; ulusumuzu bu nitelikler etrafında kenetlenmeye, emperyalist saldırıları göğüslemeye çağıran Turgut Özakman’ı minnet saygı ve özlemle anıyorum. İyi ki yaşadınız ve bize çok değerli eserlerinizi miras bıraktınız…

Feyziye Özberk

Author: can tok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir